Arkadaşını Davet Et


İslami Rüya Tabirleri Ansiklopedisi - İmam Nablusi - Cümle Yayınları
İslami Rüya Tabirleri Ansiklopedisi - İmam Nablusi - Cümle Yayınları
İslami Rüya Tabirleri Ansiklopedisi - İmam Nablusi - Cümle Yayınları
İslami Rüya Tabirleri Ansiklopedisi - İmam Nablusi - Cümle Yayınları
İslami Rüya Tabirleri Ansiklopedisi - İmam Nablusi - Cümle Yayınları
İslami Rüya Tabirleri Ansiklopedisi - İmam Nablusi - Cümle Yayınları

İslami Rüya Tabirleri Ansiklopedisi - İmam Nablusi - Cümle Yayınları (T27376)

0,00
Tedarikçi : Minber
Para Puan : 100
İndirim Oranı : %61 İndirim
KDV Dahil : $102.35
İndirimli : $33.54  + KDV
KDV Dahil : $39.92
Barkod : 9786057007001
KÜ-10
Dini Kitaplar

İslami Rüya Tabirleri Ansiklopedisi - İmam Nablusi - Cümle Yayınları 



Ürün Özellikleri :


  • Yayınevi : Cümle Kitap
  • Yazar : İmam Nablusi
  • Tercüme : Ali Bayram - M.Sadi Çöğenli
  • Kapak Kalitesi : Ciltli
  • Sayfa Kalitesi : İthal Kağıt
  • Sayfa Sayısı :1005
  • Dil : Türkçe
  • Ebat : 17 X 24 cm
  • Ağırlık : 1250 gr
  • Barkod : 9786057007001





Rüyanın Mâhiyeti ve Çeşitleri - ÖMER NASUHİ BİLMEN Diyanet İşleri Eski Reisi

Rüya, uyku halindeki görüş veya görülen şey demektir. Rüya, ne suretle vuku buluyor, kaç kısma ayrılır? Bu bir nevi idrâk midir? Yoksa hayalât ve evhamdan ibaret midir? Bu hususa dair hadîs-i şerif kitaplarında, ilm-i kelâmda, psikolojide bir çok tezler vardır. Bunların hülâsası şöyledir:
Rüyalar, İbni Mâce’nin, Avf İbni Mâlik’ten rivayet ettiği bir hadîs-i şerife nazaran üç kısımdır:
1— İnsanları mahzun etmek için şeytan tarafından ika edilen bazı hâilevî, korkunç rüyalardır. Yüksek bir yerden düşmek, köpek tarafından ısırılma gibi. Bunlar esassız şeylerdir. İnsan böyle bir rüya görünce Cenab-ı Hakka sığınmalı ve bunu başkalarına hikâye etmemelidir.
2— İnsanın uyanıkken ehemmiyetle meşgul olduğu şeylere ait gördüğü rüyalardır. Bunlar da birer kuruntu veya inhiraf-ı mizaç neticesi olduğundan esassız şeylerdir.
3— Nübüvvetin kırk altı cüz’ünden bir cüz’ü addolunan rüyalardır. Bunlar taraf-ı İlâhîden birer beşâret (müjde) veya inzar (korkutma) mahiyetinde olup, bunları bir kısım melekler Ümmülkitaptan telâkki ederek uyuyanların ruhlarına ilham ederler. (Camiüssagir şerhleri)
Birinci ve ikinci kısım rüyalar, birer rüyayı bâtılâdır. Bunlara lisan-ı dinde «hulüm» denir. Cem’i: Ahlâktır. Bunlar karma karışık şeyler olduğundan «Adgasi ahlâm» da denir. Adgas, yaşı kurusuna karışmış ot demetleri demektir. Üçüncü kısım rüyalara ise birer «rüyayı sâdıka» denilir. Bu sadık rüyalar, doğru sözlü, temiz yürekli, nezih itikatlı zatlara alelekser nasip olur. Ve bu halde bunlara «rüyayı sâliha» adı da verilir.
Resul-i Ekrem aleyhisselâtü vesselâm Efendimize yirmi üç sene vahy-i ilâh! nazil olmuş ve bu vahiy ilk altı ay zarfında lihikmetin rüyayı sâliha suretiyle tecelli etmiştir. İşte bu itibar iledir ki, bu kabil rüyalar birer hakikate tercüman olarak ilm-i nübüvvetin kırk altı cüz’ünden bir cüz sayılmıştır. Nitekim bir hadîs-i şerifte: (Er-rüya-üssalihati cüz’ün min sittetin ve erbaine cüz’ün minen-nübüvveti.) büyütülmüştür.
Rüyalar, hükemaya göre de şu iki kısma ayrılmıştır:
1— Afakî, bir hâdiseye delâlet etmeyen, kuvve-i hayaliyenin bir neticesi olan esassız rüyalardır. Bunlar ya insanın uyanıkken vukubu- lan kuruntularından neş’et eder veya İnsanın mizacındaki tahavvülâttan ileri gelir. Nitekim insan, çok düşündüğü, çok özlediği bir dostunu daima rüyasında (susuzluktan dudakları kurumuş) bir hasta da ken¬disini uykusunda çeşmeler, ırmaklar kenarında bulur. Bütün bu rüyalar hayalât ve evhamdan ibarettir.
2— Evvelce vukubulmuş veya atiyen vuku bulacak âfakî bir hâdiseye delâlet eden rüyalardır ki, o hâdiseye bilâhare, uyanıklık halinde ittila husule gelir.
Acaba insan, kendisince henüz meçhul olan bir hâdiseden böyle rüya vasıtasile nasıl haberdar olabiliyor?
Bu mesele, hakikat-i insaniye ile alâkadardır. İnsanın hakikati yalnız şu beş hassadan ibaret değildir. Belki insan asıl «nefs-i nâtıka» denilen ulvî bir ruhtan ibarettir. Bu ruhun, bütün server-i hadişatın mürtesim bulunduğu âlem-i melekûta mânevi bir ittisali vardır. Ruh, uyku halinde beden ile iştigalden âzade kalınca bu melekût âlemine teveccüh eder, bir âyineye karşısındaki eşya mün’akis olduğu gibi ruha da melekût âlemindeki hâdisat suretlerinden bazıları müntabi olur. Ruh böylece kendisine mün’akis olan sureti, hiss-i müştereke nakleder. Kuvve-i mütehavvile, bu sureti ya olduğu halde bırakır veya ona münasip veya zıd bir şekil verir. Binaenaleyh insan uykudan uyanınca o sureti ya olduğu gibi sarih bir halde mütehayyilenin verdiği şekilde veya bir nevi rümûzat ve işârat halinde tahattur eder. Ve böyle başka bir şekil alan rüyalar tâbire, neye delâlet ettiğini tahmin ve tayine muhtaç olur.
Bu ikinci kısım rüyalar, birer rüyayı sahihadır. Bunlar birer idrâkten ibarettir. Bu kabil rüyaların sıhhati, bir çok vukuat ile bedâhet mertebesine varmıştır. Bunun vukuunu inkâr etmek, insanın hakikatim adem-i takdirden neş’et eder.
Üç misal:
1— Resul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem efendimiz eshab-ı kiramiyle beraber emniyetler içinde Mescid-i Harama girdiğini mübârek rüyasmda görmüştü. Bu, sarih ve âtiye ait bir rüya-yı sâliha idi. Bir sene sonra umretülkaza vesilesile tamamen tahakkuk etmiştir.
2— Hazreti Yusuf Aleyhisselâm, on bir yıldızın ve güneş ile kamerin kendisine secde ettiğini rüyasında görmüştü. Bu da âtiye ait bir rüya-yı sâliha idi. Fakat sarih değil, reniz ve işaret halinde bir rüya idi. Muaheren on bir kardeşiyle beraber baba ve anasının kendisine karşı secde-i şükranda bulunmaları suretiyle taayyün etmişti.
3— Nebiyyi Zişan efendimiz, bir gece kendi himayesinde bulunan Huzaa kabilesi hakkında bir rüya görmüştü. Sabahleyin Hazreti Âişe validemize Huzaa’nın bir hâdise karşısında kaldığını haber verdi. Aradan bir kaç saat geçmeden Huzaa kabilesi tarafmdan bir hey’et gelerek Beni Bekir kabilesinin hücumuna uğramış olduklarını Resul-i Ekreme arz ettiler. İşte bu da, maziye ait ve çok sarih olan bir rüya-yı sâliha bulunmuştur.
Velhasıl: Bu kabil rüyalar, Peygamberi Zişân hakkında birer vahyi İlâhîdir ki, birer fecr-i sadık gibi tahakkuk eder. Suleha-yı ümmet hakkında ise ilhamat ve mübeşşirattan ma’duttur. Nitekim bir hadîs-i şerifte: (Nübüvvet devresi nihayet buldu, yalnız müjdeleyici hâdiseler kaldı ki, onlar da birer rü’yâ-yı sâliha = doğru rüyadan ibarettir) bu- yurulmuştur.
Diğer bir hadîs-i şerifte de: (Nübüvvet gitti, lıitame erdi, artık benden sonra nübüvvet yoktur. Ancak mübcşşirat vardır ki, o da rüya-yı sâlihadır. Bu rüyayı ya bir insan kendi hakkında bizzat görür veya bu onun hakkında başkası tarafmdan görülür) buyurulmuştur.
Şunu da ilâve edelim ki: Bir insan, gördüğü böyle bir rüyayı, iktidar ve istidadı var ise kendisi tâbir edebilir, başka bir zata tâbir ettirecek ise o zât; sâlih, âkil, adâvetten hâli, nâsın ve zamanın ahvâline vâkıf, güzel niyete sahip olmalıdır. Çünkü rüyalar zamana ve eşhasa göre tebeddül eder ve rüyalar çok kerre tâbir edildiği veçhile zuhura gelir. Bu cihetleri nazara almak lâzımdır. Nitekim bir hadîs-i şerifte: (Rüyada istikrar yoktur. O tâbir edilmedikçe bir uçar ayak üstündedir. Fakat tâbir edilince zuhura gelir.) O halde rüyayı öyle herkese söylememelidir. Onu ya dosta veya tâbire vâkıf rey sahibi bulunan bir zata hikâye etmelidir. (*)
O Büyük Gazete 1. cildinden alınmıştır.

MÜTERCİMLERİN ÖNSÖZÜ

Sayısız hamd-ü senâ Allah Teûlâ Hazretlerine, salât ve selâm O’nun sevgili Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.)'e ve O’nun âl ve ashabına olsun.
Allah’ın izniyle tercümesine muvaffak olduğumuz kitabın müellifi, kitabına ait gerekli mâlûmatı kendi önsözünde yeteri kadar anlattığından dolayı, artık fazla bir şey söylemeye ihtiyaç kalmamıştır. Bunun için biz, sadece yaptığımız tercüme, kitabın müellifi ve kitap hakkında kısaca malûmat vermeyi uygun bulduk.
Tercümeyi azami derecede aslına sadık kalarak yapmaya çalıştık. Alışılagelmiş edebî ve ilmi kitapların üslûbundan bir hayli uzak olduğu için yer yer tekrar edümeler, mevzu değişiklikleri ve insicamsızlıklar göze Çarpmaktadır. Bir Rüyaya ait olan tabir bir başka maddelerde defalarca münasebet kurularak alındığından dolayı onlar da haliyle tercüme edilmiştir. Bütün bunların yanısıra tercüme esnasında üç ayrı nüshayı (1307 tarihli Matbaatju-l Meymeniyye, 1359 tarihli Mustafa’l- Babi’l-Halebî ve 1384 tarihli Mutbaatü’l-îstikame) karşılaştırarak hem eserin aslına sadık kalmaya hem de aşın olmamakla beraber günümüz Türkçesine uygun olarak yapmaya çalıştığımız tercümemizde lâyıkıyla muvaffak olduğumuzu iddia edemediğimiz gibi, hatalarımızın olabileceğini de itiraf ederiz. Çünkü kul, hatadan sâlim değildir.
Ktabın müellifi, hicri 12. asrın büyük âlim ve meşayihinden Abdulgani b. İsmail en-Nâbulusî’dir. 5 Zilhicce 1050 (1641) tarihlerinde Dımaşk (Şam)’da doğmuştur. 12 yaşındayken babasından yetim kalan müellif, asnnm ulemasından edebî ilimlerle, fıkıh, tefsir ve hadis ilimlerini tahsü etmiş ve 20 yaşına gelince müderrislik (profesörlük) payesini alarak eser telif etmeye başlamıştır. Daha o yaştayken peygambe¬rimiz hakkında nazmettiği medhiyesi, devrinin insanlarını şaşırtarak kudret-i İlmiyesini ortaya koymuştur. İlmiyle beraber fazilet ve takvası kendisine başka bir hususiyet daha kazandırarak sofiyye arasında da bir hayli kesb-i şöhret etmiştir. Nakşibendî ve Kâdirî tarikatlarına mensub olan müellif, Emevî Camii yanındaki evinden 7 sene dışarı çıkmayarak ibadetle meşgul olmuş ve ıstğraka dalmıştır.
İnzivaya çekildiğinden dolayı Şam halkının, hakkında yaptıkları dedikodu üzerine yeniden tedris, irşâd ve va’za dönerek talebe-t ulûm yetiştirmeye kendisini vakfetmiştir. Hicrî 1075 (1664) tarihinde İstanbul'a gelen müellif, kısa bir seyahatten sonra tekrar Mısır ve Hicaz’a gitmiştir. Müellifin tercemei halini, torunlarından Kemaleddin Muham- medü’l-Gazzi el-Âmiri müstakil bir kitap halinde telif etmiştir. Üç yüzü aşkın eseri olan müellif, Hanefi mezhebine saliktir.
Okuyucularımıza sunmaya muvaffak olduğumuz, müellifin çok kıymetli bu eseri gerek devrinde, gerekse sonradan İslâm âleminde büyük rağbet görmüştür. Şöyle ki, Mu’cemu’l-Matbuati’l-Arabiyye ve kendi tesbitimize göre, 1275, 1294, 1302, 1304, 1306, 1316, 1359 ve 1384 hicri tarihlerinde sırasıyla Arapça olarak 9 baskısı yapılan eserin bir çok yazma nüshaları da m!(uhtelif kütüphanelerde mevcuttur. Ayrıca eser, Osmanlı ulemasından Süleyman Hasbî Efendi - Allah rahmet etsin tarafından da osmanlıcaya çevrilmiştir.
Bu kıymetli eseri, dilimize çevirmekle kültürümüze çok az da olsa hizmet etmiş olabilirsek kendimizi bahtiyar sayacağız.
Tevfik ve hidayet Allah’tandır.
Mütercimler
M. SADİ ÇÖÖENLİ — ALİ BAYRAM
Erzurum Üniversitesi, 1976.
cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR