“Siz ölümün sırrını bilmek istiyorsunuz.
n
Ama onu hayatın kalbinde aramadıktan sonra nasıl bulabilirsiniz ki?
n
Gözleri geceyle sınırlanmış ve gündüzleri kör bakan baykuş, aydınlığın gizeminden peçeyi kaldıramaz.
n
Ölümün ruhunu gerçekten kavrayabilmek istiyorsanız, kalbinizi tam anlamıyla hayatın kendisine açın.
n
Çünkü hayat ve ölüm, tıpkı nehir ile deniz gibi, birdir.
n
Tutkularınızın ve umutlarınızın derinliklerinde öteye dair sessiz bilginiz yatar.
n
Tıpkı karın altındaki tohumlar gibi, kalbiniz de baharı düşler.
n
Güvenin hayallerinize; çünkü onlarda gizlidir ebediyete açılan kapı.
n
Ölümden korkuşunuz, kendisini kutsayacak olan kralın karşısında titreyen çobanın korkusuna benzer.
n
Korkudan titreyen çoban, kralın nişanına sahip olacağı için mutlu değil midir?
n
Yine de dikkatini daha ziyade titreyişine vermiş değil mi?
n
Çünkü ölmek, soyunuk olarak rüzgârın önüne dikilmek ve güneşin altında erimekten başka nedir ki?
n
Ve soluk alışın durması da, soluğun kendi huzursuz çalkantılarından arınıp sınırlandırılmamış olan Tanrı’ya erişmek için yükselerek dağılması değil de nedir ki?
n
Yalnızca sessizliğin nehrinde içebildiğinizde gerçekten şarkı söyleyebilirsiniz.
n
Ve dağın zirvesine tırmandığınız vakit işte o zaman tırmanmaya başlayacaksınız.
n
Ve ancak yeryüzü sizin gövdenizi geri çağırdığında gerçekten raks edebilirsiniz.”
n
(Tanıtım Bülteninden)
n